Category: Çocuk Saglığı


Parmak emme, normal çocuklarda herhangi bir pisko-patolojik etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen bir olgudur.Bebeklerin çoğu başparmaklarını ya da diğer parmaklarını emerler. Zararsız bir davranış olan parmak emmeye hemen bebeklerin tümünde rastlanmasının en önde gelen nedeni,yeni doğan bebeklerin parmak emmeyi daha anne rahminde, (uterus) öğrenmiş bulunmaları ve doğuştan sahip oldukları en güçlü reflekslerden birinin emme refleksi olmasıdır.Nitekim ender olarak yeni doğan bazı bebeklerin parmak ya da bileklerinde görülen kabarcıklar bunun bir sonucu olmaktır.

Annelerin büyük bir çoğunluğu parmak emmenin açlıktan kaynaklandığını düşünürler.Oysa bu emme %50’den %87’lere varan yüksek bir oranda beslenmeye bağlı olmayan yaygın bir davranış niteliğinde görülür.1 yaş çocuklarının hemen yarısı parmaklarını emerler.9 ayda itibaren uykuyla parmak emme arasında yakın bir ilişkinin olduğu, uykusu gelen bebeğin parmağını ağzına götürdüğü görülür. Çocuğu parmak emmeden vazgeçirmek üzere yapılan çabalar, 3 yaşına kadar çocuk tarafından dirençle karşılanır. Bazı bebekler yeni dişlerinin çıkması ,bazıları da zorlukla karşılaştıklarında utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmaklarını emerler. Genellikle 18. ay dolaylarında sıklaşan parmak emmenin 4 yaşına doğru kaybolması beklenir. Araştırmalar en geç 5-6 yaşlarında sona erdiği takdirde parmak emmenin zararının olmadığını,ancak süregelmesi halinde dişlerde deformasyona neden olabileceğini kanıtlamıştır. Alt ıslatmada olduğu gibi, sürekli parmak emme alışkanlığı da psikolojik sorun ve gerginliklerin bir sonucu olarak gelişebilir.

Ebeveynler parmağını emen çocukların çene kemikleri ve dişleri üzerinde ki etkilerini düşünerek endişeye kapılabilir. Parmak emmenin alt ve üst dişleri geri ittiği doğrudur. Parmak emmenin dişleri ne kadar etkilediği parmak emme süresine ve en önemlisi parmağın ağızda ki duruşuna bağlıdır. Süt dişlerinde oluşan bu değişiklik 6 yaşından sonra çıkan asıl dişleri etkilemediği işaret etmektedir.

Parmak ve emzik emme

Emme fonksiyonu yeni doğmuş çocuklarda çok kuvvetlidir. Ancak parmak emme ve dil emme alışkanlıkları ilk 1.5 sene normal olmakla birlikte 2 yaşın sonunda kaybolur.Ancak parmak emme, emzik emme alışkanlığı devam edecek olursa henüz gelişmekte olan kas ve kemik yapıları üzerine basınç uygulayarak dişlerin yer değiştirmesine yol açar. Bu durumda üst ön dişler öne alt ön dişler ise geriye doğru eğilir ve alt ve üst ön dişler arasında açıklık meydana gelir.Alışkanlık bırakılırsa bu açıklık kapanır ancak 3.5 yaşından sonra kalıcılık artar. Parmak emme alışkanlığı gece uyurken de deva ederse daha etkili olur ve bunun sonucunda üst çenede darlık (V şeklinde bir çene kavsi) meydana gelir. 

Parmak emme alışkanlığı karşısında anne babanın yapacağı en sağlıklı yaklaşım nedir?

Olayı telaşa kapılmadan sabırla karşılamak ve sürekli ilgilenmekten kaçınarak, çocuğa bu alışkanlığın bebekçe bir davranış olduğunu, başkalarını gözüne hoş görünmeyeceğini basit bir dille anlatmaktır. Aile içinde sürekli aynı alışkanlığı konu edilerek dikkatleri çocuk üzerine çekmek, bu nedenle telaşa ve gerginliği girmek ve çözüm amacıyla çocuğu sürekli eleştirmek yanlış anne baba davranışları arasında sayılır. Okul yaşında parmağını emme çocuk, öğretmenin uyarısı, anne babasının eleştirisi, hatta arkadaşlarını alaylarını karşın bu alışkanlığını sürdürür. Bu durumda çocuğa yapılan olumlu tavsiye ve açıklamalarla psikolojik açıdan uyumunun sağlanması, sorunu ortadan kalkmasına neden olabilir. Burada önemli olan, bir gerileme (regression) belirtisi sayılan bu alışkanlığı oluşturan etkenlerin ana baba tarafından keşfedilerek ortadan kaldırılması. Örneğin,yeni bir kardeşin doğumu,çocukta bu tür bir alışkanlığın başlamasına neden olabilir.Cıvıldayan, emekleyen, parmak emip tırnak yemeye başlayan çocuk ,bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kardeşin doğumundan önce çocuğun hazırlanması, kardeşin varlığına karşın çocuğun statüsünün devam edeceği ve onun yerinin ayrı olduğu konusunda çocuğun ikna edilmesi, kardeşin yardıma muhtaç bir yakını olması nedeniyle elbirliğiyle ona bakma gereğine çocuğun inandırılması ondaki gerginliği azaltır. Böylelikle bu gerginlikten kaynaklanan alışkanlıklar da zamanla kaybolur. Alt ıslatma benzerliği nedeniyle parmak emme de yaşla azalır.Bu konuda da yine özellikle ilk çocukluk döneminde tedaviden kaçınılmalıdır.Okul öncesi dönemindeki parmak emme ya da alt ıslatma durumunda gereksiz telaş yerine, olayın temelinde anne babanın da etkisi bulunduğu düşünülerek uzmanlarca sabırlı ve sürekli bazı eğitimsel önlemler uygulanmalıdır.

Parmak emmenin giderilmesi için alınacak önlemler
Anne ve babaya parmak emmenin ilk dönemlerde zararsız bir faaliyet olduğu açıkça anlatılmalıdır. Parmak emmenin biraz önce değindiğimiz gibi diş deformasyonlarına sebep olmadığı, bir hastalık mahiyetinde olmadığı açıkça anlatılmalıdır. Çünkü buna inanan anne, baba ve aile büyükleri ömür boyu sürecek bu kötü alışkanlıktan çocuklarını vazgeçirmek için çok şiddetli tedbirlere başvururlar. Hatta çocukların parmaklarına acı biberler sürenler, dayak atanlar, ellerini kollarını arkadan bağlayanlar,eline parmaklarına iğne batırıp onlar unutamayacakları acı verecek cezalar uygularlar. Bu tenkitler, azarlamalar, dayak atmalar, parmağa acı sürmeler çocukta olumsuzluğun yükselmesine neden olabilir. Anne babayı rahatsız etmek için bir davranış olarak kalmasını pekiştirebilir.

Parmak emme kendi başına çocuklukta ve sonradan uyumu etkileyen bir alışkanlık değildir. Özel bir düzeltici tedbir olmayı da gerektirmez. Ancak parmak emmeye başlayan veya bunu alışkanlık haline getirmiş çocuklara bu alışkanlıkları terk etmeleri için uygun olmayan tedbirlerin, cezaların uygulanması sonucu bir çok uyum ve duyusal problemlerin ortaya çıkmasının nedeni olabilir. Basit bir alışkanlığı terk ettirmek için uygulanan metotlar durumla ilgisi olmayan yeni ve kronik bazı uyum bozukluklarına sebep olabilir.

Küçük yaşlarda çocuklar uygun şekilde beslenmelidir. Gıda ve anne sütünün kalitesi yanında çocuğun gıda verilirken tutumuna özel bir yer ve önem vermek gerekir. Çocuk gerek anne memesinden ve gerekse biberonla beslenirken annenin göğsüne onun sıcaklığını duyacak şekilde yaklaştırılmalıdır. Bir taraftan çocuğa gıdası veya meme verilirken diğer taraftan anne çocuğa gözlerinden sıcak sevgi akıtmalıdır. Çocuğun gevşek tutulması,hırpalanarak, azarlanarak gıda verilmesi büyük bir anlam taşımaz, haysiyet sahibi bir gence al zıkkımlan diye yiyecek vermenin yaptığı etkiyi yapar.(D. Çağlar-1981) . Uygar insanların köpekleri beslerken yaptığı içtenliği insan yavrusundan esirgerler. Uygun şekilde beslenme bu problemin ortaya çıkmasında en büyük engel teşkil eder.(D. Çağlar-1981)

Belki çocuk parmak emme veya lastik meme emmeden özel bir haz duyabilir. Bu hiçbir zaman zararlı bir alışkanlık değildir. Normal davranışlar ve ilişkiler yoluyla bu alışkanlık 1 yaşının sonunda terk edilebilir.(D. Çağlar-1981)

Eğer çocuk yürümeye başladıktan veya 1 yaşından sonrada bunu yapıyor yani parmağını emiyorsa bu çocuğun fazla yorgun, rahatsız, mutsuz, sıkıntılı, üzüntülü olduğunun belirtisidir. Çocuğun durumunun incelenmesi düzeltici tedbirlerin yalnız bir belirti olan parmak üzerinde değil bütün durumu düzeltmeye yöneltilmesi gerekir. Çünkü parmak emmenin asıl nedenleri ortadan kalkmadıkça çocuk parmak emmeye devam edecektir.

Çocuğa uygun dinlenme, geniş ve çeşitli faaliyet olanakları, oyun ortamları meşgul olmak için olanaklar sağlanmalıdır.

 

Anne babanın uygun olmayan davranışları düzeltilmelidir. Çocuklara bu alışkanlığından dolayı şiddet hareketleri uygulanmamalı ve çocuk batıl fikirlerle korkutulmamalıdır.

 

Mükafat vaadi, çocuğun bunu terk etme arzusunu ve gücünü harekete getirecek, çeşitli tedbirler çocuğu harekete getirerek çocuğun bunu bırakmasını sağlayabilir. Çocuk parmağını ağzına götürdüğü zaman uyarıcılık yapacak zararsız acı mayi sürülmesi ve geceleri hatta gerekiyorsa gündüz çocuğa eldiven takılması, alışkanlığı sona erdirmesi için iyi bir hatırlatıcı olabilir.

Çocuğa bilhassa kendi kendini kontrol etmek için, isterse bu alışkanlığı terk edeceği inancını kazandırmak, alışkanlığı yenmek için iyi bir hatırlatıcı olabilir.

Çocuk 4-5 yaşlarına geldiğinde parmağını emmeye devam ediyorsa kendisine telkinlerde bulunmak faydalı olabilir. Çocuğa bu yaptığının çocukça bir davranış olduğu başkalarının gözüne hoş görünmediği onun anlayabileceği bir dille anlatılır. Çocuklar bu yaşlarda genellikle büyük bir insan gibi olmaya, ebeveyni taklit etmeye özenir. Çoğu zaman onlar gibi davranır. Ebeveyn çocuğun bu durumunu çok iyi değerlendirmelidir. Kendilerinin parmak emmediklerini, çünkü bu durumun pek hoş olmadığını söylemeleri çoğu zaman etkili olabilir.Çocuğun erken memeden kesilmesinin karamsar, sadist geç memeden kesilmesininse güvenli ve iyimser bir kişilik geliştirdiği açıklanmıştır.

 

Psk.Şebnem Kartal

TIRNAK YEME

Tırnak yeme davranışında, parmak emme davranışından farklı olarak, bu davranışın normal olarak kabul edilebildiği bir dönem yoktur.  Tırnak yeme, çocuğun yaşamında hangi dönemde ortaya çıkmış olursa olsun kesinlikle bir uyum ve davranış bozukluğu olarak kabul edilmeli ve mutlaka altında yatan sebepler tespit edilerek ortadan kaldırılmalıdır. Tırnak yeme davranışı incelendiğinde, daha çok belirli bir grup sebepten kaynaklandığı gözlemlenmektedir. Bu sebepler aşağıdaki maddelerde gruplandırılmıştır;

  1. Üzüntü ve sıkıntı duyguları
  2. Gerilim ve kaygı duyguları
  3. Öfke ve saldırganlık duyguları
  4. Korku
  5. Değersizlik ve güvensizlik duyguları
  6. Aile-içi iletişim sorunları

Örneğin, herhangi bir sebepten dolayı anne-babasına kızan, onlara karşı öfke duyan çocuk tırnak yeme davranışını segileyebilir. Okulda arkadaşlarına kendini doğru biçimde ifade edemeyen çocuk bu sebeple kaygılanabilir ve bu sıkıntısını tırnak yiyerek ifade edebilir. Çok sevdiği köpeğini kaybeden çocuk, üzüntüsü nedeniyle bu davranışa yönelebilir. Bunun dışında, öğretmeninden veya ailesinden korkan ve cezalandırılma kaygısı taşıyan çocuk tırnak yiyebilir. Aile içinde yaşanan huzursuzluklar, boşanma ve ayrılıklar da sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir.  Ayrıca, kendine güveni olmayan çocuklarda tırnak yeme davranışı daha çok gözlemlenmektedir.

Tırnak yeme davranışı gerek çocuklukta gerekse ergenlik döneminde çok sık karşılaşılan bir sorun olduğu için hem anne-babalar tarafından, hem de tüm toplum tarafından çok kanıksanmış bir davranış olarak görülür.  Yalnızca çocukluk ve ergenlik döneminde değil, yetişkinlik döneminde de bu davranışı sergileyen, devam ettiren bir çok insan vardır. Ancak bu davranışın çocukluk ve ergenlik döneminde yeterince önemsenmeyerek giderilmemesi yetişkinlik dönemi de dahil bir çok sıkıntıya yol açabilir. Örneğin, okul veya iş hayatında, tırnağını  yediğini gizlemeye çalışan, ancak bu davranışı bırakamadığı için de daha fazla gerginlik yaşayan çok insan vardır.  Sadece bu durum bile, kişide gerilim, suçluluk ve öfke (engellenmeye bağlı olarak) duygularına yol açabilir. Bu nedenle, davranış iyice kalıplaşmadan, erken dönemde kalıcı bir çözüm bulunmalıdır. Parmak emme sorununda ve diğer tüm uyum bozukluklarında olduğu gibi, sorunun ortaya çıkmasına sebep olan faktörleri bulup, onları ortadan kaldırmak en kalıcı ve doğru çözümü sağlar.  Anne-babalara, uzun süren tırnak yeme davranışıyla karşılaştıklarında, bunun altında yatan psikolojik faktörlerin neler olabileceğini öğrenmek ve gerekli önlemleri alabilmek için bir psikologtan yardım almalarını öneriyoruz.

Parmak emme sorununda olduğu gibi, ailelerin bu sorunu ortadan kaldırabilmek için başvurduğu geçici ve sağlıksız yöntemler davranışın daha fazla pekişmesine, veya yeni uyum ve davranış sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilir.  Bu hatalı yöntemler, parmak emme sorununda uygulanan yöntemlerle paralellik göstermektedir; biber, oje vb. maddeler sürme, çocuğun parmaklarına boya, uhu vb. maddeler sürme; elleri bağlama; ceza verme; aşağılayıcı, suçlayıcı veya engelleyici ifadeler kullanma. Tüm uyum ve davranış bozukluklarında olduğu gibi, tırnak yemede de bu tip yöntemleri sağlıksız, sakıncalı bulduğumuz için önermiyoruz.

SIKÇA SORULAN SORULAR

Soru: Engelli çocuklarda özel bir diş hekimliği yaklaşımı gereklimidir?
Cevap: Genellikle evet. Çünkü özel ilgi gerektiren birçok çocuk; diş çürükleri ve diş eti hastalıklarına, travmaya ve diğer dental sorunlara diğer çocuklardan daha fazla yatkındır. Özellikle çocukların kendileri veya aileleri evde ağız hijyenini ideal olarak sağlayamadıkları için bu sorunlar daha ciddi görülmektedir. Fakat iyi haber bu ağız-diş sağlığı sorunları sizin çocuğunuzda da önlenebilir. Çocuğunuzda erken yaşlardan itibaren ağız bakımı iyi bir şekilde yapılıp hayatı boyunca da bu alışkanlık devam ettirilirse herhangi bir diş/dişeti sorunu yaşamadan hayatını idame ettirebilirsiniz.

Soru: Çocuğumun ağız-diş sorunlarını nasıl önleyebilirim?
Cevap: İlk yaş gününden önce çocuğunuzu diş hekimi (pedodontist) muayenesine getirerek ilk adımı atabilirsiniz. Bu ilk muayenede çocuğunuzun tıbbi geçmişi ve ağız-diş muayenesi yapılarak gerekli yönlendirmeler size anlatılacaktır.

Soru: Koruyucu diş hekimliği uygulamaları benim çocuğum için de uygun mu?
Cevap: Kesinlikle evet. Koruyucu diş hekimliği uygulamaları her yaştaki çocuk için uygundur. Diş fırçalama, diş ipi kullanımı, düzenli beslenme ve Fluorid uygulamaları sadece bir gün içinde birkaç dakika vaktinizi alan işlemlerdir, fakat çocuklarınızın bir ömür boyu diş sorunlarından uzak kalmasını sağlar. Tabii ki koruyucu diş hekimliği uygulamalarında bunlara ek olarak Profesyonel Topikal Fluorid uygulamaları, Fissür Sealant (Fissür Örtücü) uygulamaları ve 3 ayda bir düzenli diş hekimi kontrolleri de şarttır.

Soru: Her diş hekimi benim çocuğumla ilgilenir mi?
Cevap: Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayırdır. Çünkü tüm dünyada genellikle pedodontistler (çocuk diş hekimleri), almış oldukları eğitimden dolayı genellikle engellilerle veya özel ilgi gerektiren bireylerle ilgilenmektedirler. Özellikle diş kliniklerinin mimari açıdan ve ulaşım açısından erişebilirliği ve iç dekorasyonu engelliler için özel dizayn edilmiş olmalıdır.

Soru: Çocuğum diş tedavileri sırasında özel ilgi görebilecek mi?
Cevap: Genellikle özel ilgi gerektiren çocuklar her bakımdan diğer çocuklardan daha fazla ilgiye muhtaçtırlar. Tedavi esnasında pedodontist ve yardımcı personel tarafından çocuğunuzun rahat edeceği bir ortam hazırlanacaktır. Bazen çocuğunuzun istemsiz kasılmaları ve hareketlerini önlemek için çocuğunuzun elleri ve ayakları nazikçe tutularak yada onlar için özel hazırlanmış diş hekimi koltuklarında yada direkt tekerlekli sandalyesinde diş tedavileri yapılabilir. Bir diğer tedavi alternatifi de çocuğunuzun diş tedavilerinin sedasyon veya genel anestezi altında yapılmasıdır. Tüm bu uygulamalar pedodontistiniz tarafından sizlere anlatılacaktır.

 

Fluorid veya fluor kemikler, vücut sıvıları ve dişlerde bulunan bir eser elementtir. Diş çürükleri birden fazla faktörün yer aldığı enfeksiyöz bir hastalıktır. Fluorid diş çürüklerini önlemede veya yeni oluşmakta olan diş çürüklerini durdurmada en etkili ve basit yöntemdir. İlk defa ABD ve Kanada’da 1945 ve 1946 yıllarında içme sularının fluoridlenmesinden sonra fluorid kullanımı ile çürükten korunmada büyük bir başarı elde edilmiş ve bundan sonra da diş çürüklerinin önlenmesinde ve koruyucu diş hekimliği uygulamalarında temeli fluorid tedavileri oluşturmuştur. Suların fluoridlenmesindeki başarı üzerine araştırmacılar Fluorid’in etki mekanizmasını araştırmış ve çocuklarda gelişim esnasında vitamin ve minerallerin verilmesi gibi suların fluoridlenmesi veya Fluor tabletlerinin verilmesinin de diş çürüklerinden korunmada etkin bir uygulama olduğunu düşünmüşlerdir. Buna sistemik Fluor uygulaması denilmektedir ve bu uygulama 1980’li ve 1990’lı yıllara kadar batılı ülkelerde devam etmiştir. Bu yıllardan sonra ise Fluorid’in dişler üzerine etki mekanizmasının aslında Topikal uygulamalar olduğu ispatlanmış ve birçok gelişmiş ülkede suların fluoridlenmesi ve Fluor tabletlerinin kullanılması sınırlandırılmıştır. Laboratuar çalışmaları ve epidemiyolojik çalışmalar Fluorid’in dişler ağızda sürdükten sonra direkt dişler üzerine Fluor uygulanmasının çürükten korunmada en etkili yöntem olduğunu ispatlamıştır. Yani düşük konsantrasyonda sürekli Fluorid’in dişler üzerinde bulunması diş çürüğü oluşumunu önlediği ispatlanmıştır. Bu yapılan çalışmaların sonuçlarına göre ülkemizde özellikle hamilelik döneminde ve çocuklar doğduktan sonra verilen gereksiz Fluor tabletlerinin diş çürüklerinden korunmada etkili bir yöntem olmadığı anlaşılmaktadır. Fluor tabletleri önerilirken mutlaka bir pedodontist veya diş hekiminin kontrolünde; 3 yaş ve altı çocuklarda çürük riski tespit edilerek verilmelidir. Diş çürüklerinden korunmada tüm dünyada kabul edilen en etkin yöntemlerden olan Topikal Fluorid uygulamalarına kısaca bakacak olursak, temel olarak konsantrasyon ve uygulama şekli göz önüne alındığında iki ana grup altında toplayabiliriz;

1- Hekim Uygulamaları
Diş hekimleri tarafından uygulanan topikal fluorid uygulamaları (muayenehanelerde diş hekimi kontrolünde yapılır). Genellikle topikal jel ve solüsyonlar, proflaksi patları, fluoridli dental materyaller şeklinde uygulanmaktadır. Yapılan çalışmalarda bu preparatların uygulanması ile çocuklarda %30-40 oranında diş çürüklerinde azalma tespit edilmiştir. Genellikle özel uygulama kaşıkları kullanılır. Tedavi esnasında diş üzerinde en fazla fluorid birikimi ilk dakikada gerçekleşir. Ancak maksimum etki için 2-4 dakika uygulama istenir. Uygulama sonrası yarım saat hastanın bir şey yememesi ve içmemesi önerilir.

2- Kişisel Uygulamalar
Kişilerin kendilerinin uygulayabilecekleri uygulama şekilleri ise düşük konsantrasyonlu fluorid preparatlarıdır. (Genellikle piyasada kolaylıkla bulabilirler ve sık olarak uygulanması gerekir) Kişilere daha kolay ulaşılması açısında bireylerin kendilerinin uygulayabileceği metodlardır. Bu yöntemler Fluorid’in karıştırıldığı preparatlara göre diş macunları ve ağız gargaraları şeklinde piyasada bulunmaktadır.

Diş macunları
Yapılan klinik ve epidemiyolojik çalışmalar fluoridli diş macunlarının diş çürüğü üzerine başarısını kanıtlamıştır. Günümüzde çürük miktarında görülen düşmenin önemli sebeplerinden birinin bu macunların tüketiminin yaygınlaşmasına bağlı olduğu görüşü hakimdir. Fluoridli macunlar en kolay, herkesin uygulayabileceği ucuz bir çürük kontrol yöntemidir. Bu nedenle çocukların günde iki defa fluoridli macun ile diş fırçalaması yapması özendirilmelidir. Çocukların diş macunu yutma ihtimali göz önünde bulundurularak küçük bir leblebi tanesi büyüklüğünde diş macunu diş fırçası üzerine koyulup dişler fırçalanmalıdır. Diş macunlarındaki toplam fluorid miktarı 1000 veya 1500 ppm düzeyindedir. Okul öncesi çocuklar için 500 ppm’lik macunlar tercih edilmeli ve 3 yaşından küçük çocuklarda diş macunu çok dikkatli kullanılmalıdır.
Fluoridli gargaralar
Ülkemizde piyasalarda değişik fluoridli gargaralar mevcuttur ve bu gargaraların fırçalama öncesi veya sonrası uygulama durumuna göre farklılıkları vardır ve bunların tümünde yaklaşık %0.05 sodyum fluorid bulunur. Çocuklarda diş çürüklerinden korunma amacıyla kullanılacak gargaralar diş fırçalama sonrası ve mümkünse alkolsüz olanları tercih edilmelidir. Gargaralar çürük riski yüksek çocuklarda mesela ortodontik aparey kullanan çocuklarda mutlaka tercih edilmelidir. Ancak 6 yaşının altındaki çocuklarda yutma refleksinin kontrolü iyi olmadığından kullanım zordur ve önerilmez.

Sonuç olarak;
Dünyada yaklaşık 500 milyon kişi fluoridli diş macunu kullanmaktadır. Toplumumuzda çocuklarda çürük görülme sıklığı göz önüne alındığında yukarıda bahsedilen tüm fluorid uygulamalarının Türk toplumunda bir gereksinim olduğu ortaya çıkmaktadır. Fluorid uygulamasından önce çocuklara hangi nedenle Fluor verdiğimizi bilmeliyiz. Unutulmamalıdır ki çocuklarda Fluorid’in aşırı kullanımı dişler ve genel vücut sağlığı açısından zararlı olabilmektedir. Bilinçsizce kullanılan Fluor tabletleri yerine çocuklarda diş çürüklerinden korunmada ağız hijyeni, diyet kontrolü, düzenli diş hekimi kontrolleri ve topikal fluorid uygulamaları gibi bilinçli yaklaşımların ülkemiz koşulları göz önüne alındığında daha doğru olacağı düşüncesindeyim. Sağlıklı ve mutlu gülüşler dileğiyle.

Zehirli maddelerin yanlışlıkla yutulması en sık 1-5 yaş grubu çocuklarda oluşur. Bunun nedeni, çocukların bu devrede çevreye olan ilgisinin artmış olmasıdır. Hareketli ve meraklıdırlar. Eğer ilaçlar ve kimyasal maddeler kolayca erişilebilecek yerlere bırakılırsa dikkatsizlik ve tedbirsizliğin faturası ağır olabilir. Daha büyük çocuklarda zehirlenmeler intihar girişimlerine bağlı ilaç doz aşımlarıyla ilişkilidir.

Genel olarak bakıldığında, zehirlenmelerin çoğu yanlışlık sonucu ve evde meydana gelmektedir (%90). Olguların çoğunda zehirlenme belirtileri yoktur. Ölümle sonuçlanan zehirlenmeler oldukça nadirdir (% 0,01).

Küçük çocuklarda sıklıkla zehirlenmeye yol açan maddeler aile bireylerine ait ilaçlar, temizlik malzemeleri, cila eriyikleri, bazı bitkiler ve kozmetiklerdir. Ölümcül zehirlenmeler karbonmonoksit (~duman), ilaçlar (aspirin, depresyon tedavisi ilaçları, kalp ilaçları, kan yapıcı ilaçlar) ve zararlı hayvanları yok etmek için kullanılan zehirlerle oluşmaktadır. Zehirlenme meydana geldiğinde aile üyelerinin yapabileceği girişimler sınırlıdır. Bu nedenle zehirlenmeye yol açabilecek olumsuz çevre koşullarının ortadan kaldırılması, iyi bir eğitim ve korunma çok önemlidir.

Toksik maddeler evlerde çoğunlukla mutfak ve banyoda bulunur.
Evin bu bölümlerinde ilaç ve kimyasal maddeleri yüksekte ve kilitli dolaplarda bulundurunuz.
Gazyağı ve diğer zehirli sıvıları gazoz vb şişelere koymayınız.
Kimyasal maddeleri mutlaka etiketleyip kaldırınız.
Böcek zehiriyle bulaşmış giysileri çocuklardan uzak tutunuz, elletmeyiniz. Cilde temas söz konusuysa bol sabunlu suyla yıkayınız.
Eski ve kullanılmayan ilaçları atınız. Kullanmakta olduğunuz ilaçları masada ya da çantada bırakmayınız.
Çocuk zehiri alırsa derhal doktorunuzu arayınız ve direktifleri doğrultusunda hareket ediniz.

Her zehirli madde alımında kusturma uygun değildir. Asitli maddeler mideye indikten sonra kusulurken yemek borusunu bir kez daha yakarlar. Bu, istenmeyen bir durumdur. Asitler ve gazyağı gibi maddeler kusma sırasında akciğerlere kaçabilir, ciddi kimyasal zatürre tablosuna yol açabilirler. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Bilinci yerinde olmayan çocuk kesinlikle kusturulmaz. Kısaca, kusturup kusturmayacağınızı, gerekliyse nasıl kusturacağınızı doktorunuza sorunuz. Ardından çocuğunuzu hastaneye götürünüz. Kusturma, zehirlenme tedavisinde birinci basamak girişimdir. Bundan sonrası hastanede hekim gözetiminde deneyimli kişilerce gerçekleştirilecektir.

Çocuğunuzun neyle zehirlendiğinden emin değilseniz, evde onun erişebileceği her türlü ilaç ve kimyasal maddeyi yanınızda getiriniz. Eğer acilen evden çıkmanız gerekli olduysa arkanızda bu işi yapacak bir kişi bırakınız.

Çocukları, zehirlenme ve olası sonuçlarından korumak birincil olarak ebeveynlerin sorumluluğudur. İhmal, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu hayati tehlike söz konusu olursa ilgililerin yasal girişimlerde bulunması kaçınılmaz olur.

Ateşin ani olarak yükselmesi bazı çocuklarda ateşli havale denilen bilinç kaybı, katılaşma ve istem dışı kasılmalara yol açabilir. 6 ay – 7 yaş arasındaki çocukların % 2 ile 4 ‘ünde görülür. Olguların hemen hemen yarısı 1-2 yaşlarındadır. Ateşli havaleye ailevi yatkınlık söz konusu olabilir.

Bir kez ateşli havale geçirmiş olan çocukta tekrar havale görülme olasılığı % 30 kadardır. Üç yıl hiç havale geçirmezse bu sıklık % 10 ‘a iner. 15 dakikadan kısa süren, gün içinde yinelemeyen havale için “basit ateşli havale” deyimi kullanılır. Çok sayıda ve uzun süren havale nöbetleri “kompleks ateşli havale” olarak adlandırılır. Basit ateşli havale hiçbir araz bırakmazken, kompleks olgularda ileride sara hastalığı görülme sıklığı artarak % 9 ‘u bulur.

Ateş çeşitli enfeksiyon hastalıkları ile ilişkili olarak meydana gelebilir. Ateşin yüksek ya da hafif oluşu her zaman hastalığın ciddiyetiyle bağlantılı değildir. Basit bir viral enfeksiyonda yüksek ateş, belirgin boğaz ya da idrar yolu iltihabında hafif ateş görülebilir. Başlatan faktör her ne olursa olsun ateş, vücudun savunma araçlarından birisidir. Mikroplar en iyi doğal vücut sıcaklığı olan 36.5 – 37.5 santigrat derecede ürerler. Bağışıklık sitemimiz bir enfeksiyon söz konusu olduğunda beyindeki vücut sıcaklığını düzenleyen merkezin termostat ayarını değiştirerek ısıyı yükseltir. Böylece ideal üreme ortam sıcaklığından yoksun kalan mikro organizmalar istedikleri gibi çoğalamazlar. Görüldüğü gibi hafif ateş aslında enfeksiyonla mücadelede başarıyı arttırmaktadır. Yüksek ateş ise istenmeyen bir durumdur. Vücut sıcaklığı gerekli müdahalelerle 39.5 C derecenin altında tutulmalıdır.

Soru: “Çocuğumun ateşi var, ne yapmalıyım?

Yanıt: Çocuğunuzun üzerinde varsa yorganı kaldırın, kalın giysileri çıkarın. Ateşi 38’in üzerindeyse doktorunuzun önerdiği miktarda “parasetamol” şurubu içirin. İçemiyorsa fitil de kullanabilirsiniz. Ateş düşerken terleme ile sıvı kaybı meydana geldiğinden sık sık su vermeyi ihmal etmeyin. Islak iç çamaşırlarını değiştirin. Ateş 39.5’in üzerindeyse anlatılanlara ek olarak çocuğunuzu tamamen soyun, yatağına bir havlu serin, üzerine yatırın. Islak bir sünger ya da bezle alın, boyun, koltuk altları, bacak araları ve büklüm yerlerini sık sık silin. Bu iş için buzlu, kolonyalı, sirkeli değil sadece ılık su kullanın. Yarım saat içinde ateş düşmezse doktorunuzla görüşün ya da hastaneye başvurun. Hastalığın nedenine yönelik tedavi gerekliliği (antibiyotik vb) mutlaka hekim tarafından verilmesi gereken bir karardır.

Soru: “Ateşi düşürmek için ASPİRİN verebilir miyim?

Yanıt: Aslında kesinlikle aspirin kullanmayın demek mümkün değildir. Ancak çocuğunuz “viral enfeksiyon” örneğin grip, kızamık ya da su çiçeği geçiriyorsa aspirin kullanıldığında çok nadir olarak “Reye sendromu” sorunuyla karşı karşıya kalınabilir. Reye Sendromu karaciğer hasarı ile seyreden bir hastalık tablosudur. Tek nedeni aspirin kullanımı değildir. Ama viral enfeksiyonlarda aspirin kullanılan olgularda sıklığının arttığına dair yayınlar vardır. Aniden ateşi yükselmiş bir çocukta etken viral midir değil midir diye araştırmaya çoğu kez zaman olmayacağı için aspirin yerine parasetamol kullanmak daha güvenli bir seçenek olmaktadır.

Soru: “Çocuğum havale geçirirken, ne yapmalıyım?

Yanıt: Yaptığınız tüm müdahalelere rağmen çocuğunuz gözlerini bir noktaya dikip sizinle iletişimini kaybeder, ağzı köpürür, vücudunda kasılmalar meydana gelirse ilk yapılacak şey paniğe kapılmamaktır. Onu hemen yere yatırın, ayıltmaya çalışmayın, sağa sola koşup yalnız bırakmayın, yanında durun. Kusarsa gövdesini ve başını bir yana çevirin. Dişlerinin arasına elinizi ya da bir cismi sokuşturmaya çalışmayın, zorlamayın. Eğer kendiliğinden aralanmış ise bükülmüş bir kumaşı araya hafifçe sokabilirsiniz. Bu uygulamada amaç dilin ısırılmasını önlemektir. Tekrar ediyorum bir şey sokmak için zorlamak yok!
Havale bir kaç dakika içinde kendiliğinden duracaktır. Sabırla bekleyin (bu bekleyiş insana saatler geçiyor hissini veriyor olsa da) .. Havale geçiren çocuğu kapıp soğuk duşun altına sokmayın. Siz duş yaptırsanız da yaptırmasanız da havale duracaktır. Havale durduktan sonra doktorunuza baş vurun. O gereken tedaviyi düzenleyecektir. Eğer havale durmuyorsa vakit yitirmeden acil servisi olan bir hastaneye götürürün.

Soru: “Hastanede neler yapılıyor?

Yanıt: Hastanede çocuğunuzun solunum yolları aspiratör denilen aletle temizlenecek, oksijen solutulacak, makatından içeriye havale durdurucu madde (diazepam, klonazepam) verilirken bir yandan serum takılacaktır. Havale bu şekilde de sona ermezse damar yolundan havale durdurucu maddeler verilebilir. Çocuğunuz bir süre gözlem altında tutularak gerekli incelemeler yapılacaktır. Ateşin nedeni saptandıktan sonra asıl nedene yönelik tedaviler düzenlenecektir. Kompleks ateşli havale geçiren çocuklara uzunca bir süre (6 ay-2 yıl) havale önleyici ilaç kullanılması gerekebilir

Deri, vücudumuzun dış dünya ile temas yüzeyidir. Çevresel etkilere açıktır. Isı değişikliklerine duyarlı olma özelliği nedeniyle yanıkları sık görülür. Çocuklarda en sık kollar, daha sonra baş ve boyun bölgesi yanar. Yanık vakalarının % 94’ü evde meydana gelmektedir. En çok sıcak sıvılarla haşlanma, daha az olarak alev yanığı ve nadiren elektrik yanıkları görülür.

Hekimler, yanığın ciddiyetini belirlerken yanan cilt bölgesinin genişliği ve derinliği yanında yakan maddeyi de göz önünde bulundururlar. Çocuklarda tüm vücut yüzeyinin % 12’sinden fazlası yanmışsa hayati tehlike söz konusu olur.

Deride kızarıklığa yol açan 2-3 santimetrelik küçük ve yüzeysel bir yanık önemli değildir, evde tedavi edilebilir. Bundan daha büyük bir yanık ise yanık yerinden su kaybına ve mikrop kaparak enfeksiyona yol açabileceği için tehlikeli olabilir.

Aman dikkat! Elektrik yanıklarında yanan saha küçük olsa bile derin dokular yanmış olabilir; mutlaka hekime başvurun.

Küçük Yanıklarda İlk Yardım:

Küçük yanıklarda yanık bölgesini basınçsız akan soğuk suyun altına tutmak suretiyle ağrıyı azaltın. Böylece yanan yerin su toplamasını da önleyebilirsiniz.

Yanık su toplarsa üstünü gazlı bezle kapatıp bantlayın. Su toplayan yeri patlatmayın. Burası yeni deri oluşurken yanan bölgeyi koruyarak iyileşmesini kolaylaştırır.

Yanığın üstüne krem, diş macunu ya da yoğurt gibi şeyler sürmeyin.

Çocuğunuz elbiseleriyle yanıyorsa hemen yere yatırın. Yanan yerlere elinizle dokunmayın, kendi giysilerinizi değdirmeyin. Su dökerek üzerine kilim, battaniye ya da kalın perde kapatarak alevleri söndürmeye çalışın. Bunu yaparken çocuğun başını örtmemeye olabildiğince dikkat edin. Alevleri naylon gibi yanıcı maddelerle örterek söndürmeye çalışmayın. Çocuğu dışarı çıkarmaya kalkmayın, çünkü hava alevleri güçlendirir.

Yanığın nedeni elektrikse çocuğun üzerine su dökmeyin.

Alevler söndüğünde büyük yanıklarda yapılacak ilkyardımı uygulayın.

Büyük Yanıklarda İlk Yardım:

Kaynar suyla, kızgın yağ ya da kimyasal maddelerle temas etmiş olan giysileri çocuğun diğer yerlerine değdirmeden makasla keserek üzerinden çıkarın. Yanan deriye yapışmış yanık ve kavruk giysileri çıkarmaya çalışmayın.

Yanık sahasını soğuk suyla serinletin. Çocuğu soğuk su dolu küvete sokun veya soğuk su ile ıslatılmış çarşafla yanık yerleri örtün. Derisini ovalamayın. Yanığa kimyasal maddeler yol açtıysa deriyi bol soğuk su ile iyice yıkayın.

Yanık bölgeyi temiz sargı bezi ile kapatın. (Steril sargı bezi yoksa sıcak ütülenmiş mendil veya yastık kılıfı da aynı işi görür). İlk girişimden sonra çocuğunuzu derhal acil servise götürün.

Çocuklarda Nöbet Şeklinde Kuru Öksürük Neden olur? 

Çocuklarda öksürük kış aylarında geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı olarak sık karşılaşılan bir şikâyettir. Çocuklarda gece görülen 30 dakikayı geçen ve bronş gevşetici (ventolin, Bricanyl gibi) ilaçlara yanıt veren kriz şeklindeki öksürükler mutlaka alerjik bronşit / çocuk astım hastalığı yönünden incelenmelidir.Enfeksiyonlar harici hareketle, terlemeyle ortaya çıkan öksürük atakları da alerjik astımın ilk belirtisi olabilir.

Çocuklarda Uzamış Balgamlı Öksürük Neden olur?

Kriz şeklinde olmayan ama inatçı balgamlı öksürükler, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı ile beraberse geniz akıntısı ve sinüzit varlığı açısından incelenmelidir. Bir soğuk algınlığı ardından balgamlı öksürüğün en geç 15 gün içinde azalarak kesilmiş olması gerekir. Balgamlı öksürüğün 15 günden uzun süre devam etmesi geniz akıntısı varlığını gösterir ki; geniz akıntısının  uzun süre devam etmesi çocuk astım hastalarında alevlenmelere zemin hazırlar.

Çocuk Astım Hastalarında Sinüzit Neden Tedavi Edilmelidir?

Alerjisi olan çocuk astım hastaları ve alerjik nezlesi olan çocuklar normalden daha sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirirler ve bu enfeksiyonları çok daha zor ve uzun sürede atlatırlar. Tekrarlayan sinüzit ve orta kulak enfeksiyonları normalden daha sık görülür. Altta yatan alerjinin ve alerjik nezlenin tedavisi ile bu durumun düzeltilmesi mümkündür. Çocuk astım hastaları bir soğuk algınlığı sonrası bulguların (Burun tıkanıklığı, burun ve geniz akıntısı) geçmesi için en fazla 10 gün beklemelidirler. 10 günden sonra devam eden geniz akıntısı varlığında mutlaka bir çocuk alerji doktoru gözetiminde uygun doz ve sürede antibiyotik ile sinüzit tedavisi uygulanmalıdır. Aksi taktirde geçmeyen enfeksiyonun üzerine alınan yeni viral enfeksiyonlar hastalığın göğüse inmesiyle seyredebilir.

Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu

Çocuk Alerji Uzmanı

Alerji genetik ve çevre faktörlerinin birbiri ile etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Bu etkileşim anne karnındayken başlar. Genetik olarak annesinde alerji olan bir çocukta alerjik hastalık görülme oranı %25 iken; hem annede hem babada alerji varsa oran %50’e yükselmektedir.

Vücudumuzda bağışıklık sistemi, yabancı maddeyi vücuttan atmak üzere programlanmıştır. Bebek de anneye yabancı bir organizmadır. Annenin vücudunun bebeği yabancı olarak görüp vücuttan atmaması için bağışıklık sistemi yabancı maddeye tolerans geliştirmeyi sağlayan farklı bir yapıya bürünür. Bağışıklık sisteminin mecburen dönüştüğü bu farklı yapı alerjik reaksiyonlardan da sorumlu olan sistemdir. Dolayısıyla; tüm gebeliklerde annenin vücudu alerjiye yatkın bir özellik kazanır.

Bu durumdan dolayı; tüm yeni doğan bebekler alerjiye yatkın bir bağışıklık sistemi ile doğar. Doğduktan hemen sonra çevredeki mikroplarla ve alerji yapıcı maddelerle temas ettikçe bebeğin gerçek bağışıklık sistemi şekillenir. Yapılan çalışmalarda; bu dönemde alerjiye neden olan maddelerle aşırı temas söz konusu olduğunda eğer genetik zemin de varsa,  çocukta vücut yapısının kalıcı olarak alerji yönüne saptığı görülmektedir.

Çocukların ilk temas ettiği yabancı madde gıdalardır. Alerjik genetik zemini olan bebeklere mutlaka ilk 4 ay sadece anne sütü verilmelidir. Annenin bu dönemde alerjik maddelerden kaçınmak üzere diyet yapması önerilmez. Ek gıdalar mutlaka 4-6 ay arası çocuğa tanıştırılmalıdır. Her yeni gıda en az 1 hafta arayla ve yavaş yavaş artan miktarlarda verilmelidir. Böylece hem bebeğe bu gıdalara tolerans geliştirmesi için zaman verilmiş olur, hem de alerji gelişip gelişmediği gözlenmiş olur. Alerji genetiği olan bebeklere ek gıda başlama yaşı 6 ayı geçmemelidir. Altı aydan sonra ilk ek gıda ile tanışma alerji gelişimine katkıda bulunuyor.

Bebeklerde alerjik hastalıklar ilk gıdaya karşı geliştirilen alerji sonucu, atopik dermatit (alerjik egzama) şeklinde başlar. Birçok bebekte atopik dermatit sadece yanaklarda hafif kuruma, sertleşme şeklinde belirti verirken; bazı çocuklarda bu kuruma daha yaygın olur ve egzama şekline döner. Bebeklerde egzamaya sıklıkla kaşıntı eşlik eder.

Bebeklerde Alerji Annenin Gözlemi ile Saptanır

Atopik dermatite neden olan alerjilerin başında inek sütü ve yumurta gelmektedir. Bu alerjiler kanda yapılan alerji testleri ile araştırılabilir, ancak bu testler her zaman alerjiyi yakalayamaz. Bebekte alerji olup testlerde çıkmayabilir. Bu nedenle annenin gözlemi çok değerlidir. Eğer bir gıda verildiğinde bebekte döküntüler artıyorsa ve bu durum tekrar tekrar gözleniyorsa; bebeğin o maddeden uzak tutulması gerekir. Anne sütü ile besleniliyorsa annenin de bu gıdadan uzak durması önerilir.

Atopik dermatit ve gıda alerjisi çoğu bebekte zamanla ilk 3 yaş içinde geçer. Ancak bu bebeklerin yaklaşık % 50’sinde ileride alerjik nezle ve alerjik astım gelişir. Solunum yolunu tutan bu alerjilerde sorumlu faktör genellikle gıda olmaz; hava yolu ile alınan maddeler olur. Solunum yolu alerjisi yapan maddelerin başında ev tozu akarları(toz böcekleri) gelir. Ev tozu akarı küçük yaşta gıdadan sonra çocuğun ilk tanıştığı alerjendir. Evde daha çok zaman geçiren bebek yerlerde emeklemeye başladıktan sonra ev tozu ile tanışır. Zamanla bir bardağın dolması ve taşması gibi temas devam ettikçe alerjik duyarlılık gelişir ve hastalık ilk belirtilerini vermeye başlar.

Alerji bir kez geliştikten sonra tedavisi uzun zaman ve emek gerektirir. O yüzden erken dönemde henüz alerji gelişmemişken bu durumun engellenmesi gerekir. Ailesinde veya kendinde alerjik hastalık olan anne babaların evlerinde halı bulundurmaması önerilir. Halı yerine yıkanabilen kilimler tercih edilmelidir. Bebeklerin yatak ve yorganı ve de yastığı sentetik yıkanabilen malzemeden yapılmalıdır. Yün, pamuk önerilmez. Yatak ve yastık kılıfları her hafta 60 derece suda yıkanmalıdır. Riskli gruptaki bebeklerin yataklarına akar geçirmeyen özel alerji kılıfları önerilebilir. Aynı ortam çocuk bakım evi ya da kreş için de sağlanmalıdır.

Sigara alerji ve astımın en önemli tetikleyicisidir. Gebelikte pasif veya aktif sigara içiciliği bebekte alerji ve astım gelişmesine neden olmaktadır. Hamilelikten başlayarak bebeğin sigaradan kesinlikle uzak tutulması gerekir. Henüz alerji geliştirmemiş ancak ailesinde alerjik hastalık olan sağlıklı bebeklerin yanında bile kesinlikle sigara içilmemelidir. Atopik dermatiti olan çocuklarda astım riski daha fazla olduğundan bu önlem daha da büyük önem taşır.

Alerjik Genetik Zemini Olan Bebeklerin Ailelerine Öneriler;

1-   Alerjik genetik yapıya sahip bebeklerin anneleri gebelik sırasında kesinlikle sigaradan uzak durmalıdır.

2-   Doğduktan sonra da bebeğin yaşadığı evde kesinlikle sigara içilmemelidir.

3-   Doğumun mümkün olduğunca normal yoldan yapılması planlanmalıdır.

4-   Bebeğe en az 6 ay anne sütü verilmelidir

5-   Annenin gebelikte veya emzirme sırasında özel bir diyet yapması önerilmez.

6-   Ek gıdalar 4-6 arası başlanmalıdır. Ne daha erken ne de daha geç başlanması önerilmez.

7-   Ek gıdalar en az 1 hafta arayla ve yavaş yavaş artırılarak verilmelidir.

8-   Bebeğin evinde halı yerine kilim kullanılmalıdır.

9-   Yatak yastık yorgan yıkanabilir sentetik malzemeden yapılmalıdır.

10-Yatak çarşafları haftada bir 60 derecede yıkanmalıdır.

Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu

Çocuk Alerji Uzmanı

Son zamanlarda; ev tozu akarı (mite) alerjisi özellikle şehir ortamında yaşayan, zamanının çoğunu kapalı alanlarda geçiren çocukların ciddi bir sorunu haline gelmiştir. Çocuklarda ev tozu alerjisi bazen sadece alerjik nezleye, bazense  alerjik nezle ile beraber alerjik astım bronşite neden olabilmektedir.
Çocuklarda alerjik solunum yolu hastalıklarının (Astım) tedavisinde ana hedef çocuğun çevresindeki ev tozu akar miktarını en aza indirmektir. Bu yönde ev içinde alınması gereken bir dizi önlem vardır.  Bu önlemlerin içinde en önemlisi evden halıların kaldırılmasıdır.

Dokuma halılar, ister elde ister fabrikada dokunmuş olsun, ister sentetik isterse yün olsun,  ev tozu akarları için önemli bir yaşam alanı oluşturmaktadır. Ev tozu akarları insan atıkları ile beslenen, sıcak ve nemli ortamları seven, gözle görülmeyen mikroskopik canlılardır. Bu canlıların vücut parçacıkları ve dışkıları havaya karıştığında alerjiye neden olmaktadır. Akarlar bakteri değildir. O nedenle anti-bakteriyel halılar ev tozu akarından korumaz.

Ev tozu akar parçacıkları ağır olduğundan uzun süre havada asılı kalamazlar. Çocuk yerde yürürken veya koşarken havalanır, çocuğun solunum sistemine ulaşır ve sonra hızla yere geri çökerler. Bu nedenle ev tozu akarlarının (mite)uzaklaştırılmasında hava temizleyiciler fayda sağlamaz. Halıları yerde dururken elektrik süpürgesiyle yıkamak alerjenin uzaklaştırılmasına fayda sağlamadığı gibi bir de halıyı nemlendirerek akarların daha fazla yaşamasına neden olur. Buharlı temizlik robotları yüksek ısıyla akarları öldürür; ancak dışkı parçacıklarını uzaklaştırmada yetersiz kalır.

Sonuç olarak; ev tozu akarı alerjisi olan çocukların akarlardan uzak durmalarının tek yolu evden halıların kaldırılmasıdır. Halı yerine çamaşır makinesinde yıkanabilecek ince örgü kilimler kullanılmalıdır. Kilimler 60 derecede yıkandığında hem ev tozu akarları ölür; hem de akarların dışkı parçacıkları suyla uzaklaştırılmış olur. Altmış derecede yıkanmaya uygun olmayan kilimlerin 40 derecede yıkanması ve hasta odası dışındaki  alanlarda kullanılması  mümkündür.

Ev tozu önlemlerine önemli katkıda bulunacak bir diğer girişim de akarları geçirmeyen yatak yastık yorgan kılıflarının kullanılmasıdır. Yapılan çalışmalar çocukların akarla temasının en fazla yatak yorgan ve yastıktan gece uyku sırasında geliştiğini göstermektedir. Alerji kılıfları yatak, yorgan, yastıktaki akarların çocuğa geçişini engellemektedir. Bu kılıflar çok sıkı dokunmuş özel pamuklu kumaşlardan yurtdışında üretilmekte ve ülkemize ithal edilmektedir.

Çocuklarda ev tozu alerjisi tedavisinin temelinde bu önlemler yatmaktadır. Bu temelin üzerine,  alerjik olunan maddenin artan miktarlarda dil altından vücuda uygulanması prensibiyle çalışan “Dil Altı Alerji Aşı Tedavisi” (sublingual immunotherapy) hastalığı  kökten çözme yolunda çok büyük başarı sağlamaktadır.

Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu

Çocuk Alerji Uzmanı